SARI YÜZ - R.F.KUANG




Kitabın Özgün Adı : Yellowface
Çeviren : Elif Ersavcı
Yayınevi : İthaki
Sayfa Sayısı: 303 


Arka Kapak Yazısı :

GOODREADS YILIN EN İYİ ROMANI
İNGİLİZ KİTAP ÖDÜLÜ YILIN KURGU KİTABI

BU İNANILMAZ BİR HİKAYE AMA ONUN HİKAYESİ DEĞİL.

Athena Liu edebiyat dünyasının sevgilisi, June Hayward ise kelimenin tam anlamıyla bir hiç kimseydi. June, delice kıskandığı arkadaşının bu başarısını Amerikalı-Çinli olmasına, kendi başarısızlığını da normal bir beyaz kız olmasına bağlıyordu. TEHLİKELİ YALANLAR Athena korkunç bir kazada ölünce June onun yayımlanmamış kitabını çalacak, Juniper Song adıyla kendi romanıymış gibi yayımlayacak ve çoksatanlar listesini kasıp kavuracaktı. KARANLIK SIRLAR Ancak kanıtlar ve gizemli bir Twitter hesabı June'un çalıntı başarısını tehdit ettikçe June hak ettiğini düşündüğü şöhreti elinde tutmak ve bu korkunç sırrı tüm dünyadan saklamak için ne kadar ileri gidebileceğini keşfedecekti. ÖLÜMCÜL SONUÇLAR Sonrasında olanlar ise tamamen diğerlerinin suçu.
F. Kuang'ın sansasyon yaratan romanı, pandemi sonrası dünyanın hâlini çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor. Sarı Yüz, ilk sayfadan son sayfaya temposunu hiç düşürmeden, çeşitlilik, ırkçılık ve kültürel sömürü gibi önemli meseleleri işlerken sosyal medyanın ürkütücü yüzünü de etkileyici bir şekilde ortaya koyuyor.

_____***_____***_____***_____


Yorumum: 

Sarı yüz: İngilizce bir tabir olan yellowface, herhangi bir gösteri için Doğu Asyalı insanlar gibi gözükmek için yapılan makyajı tanımlayan bir tabir.

Romanın genelini düşünürsek isim çok güzel seçilmiş, tam uymuş. Tıpkı ana karakterlerden biri olan Athena'nın isminin de ona tam oturması gibi

Athena... İsmi bile aslında şanslı doğanlardan olduğunun altını çizmek ister gibi.. Yunan mitolojisinde zeka, sanat, ilham, strateji ve barış tanrısı. Tüm iyi ve güzel olan ne varsa bünyesinde toplamış gibi değil mi. Kitabımızdaki karaktere bu ismin verilmesi tesadüf olamaz elbette. Athena, şanslı doğanlardan. Hem çok güzel, hem çok zengin, hem çok başarılı. Daha ilk kitabından itibaren edebiyat dünyasının dikkatini çekmiş bir kişi.

June Hayward ( nam-ı diğer Juniper Song) ise tam bir looser. Silik, istediği başarıyı yakalayamamış, henüz ses getiren hiçbir işe imza atamamış bir başka yazar. 

Athena ve June aynı okulda okula başladıkları ilk sene bir dizi olaylar silsilesi vesilesi ile tanışıyorlar. Arkadaş oluyorlar demek ne kadar doğru  bilinmez ama o sene birlikte takılıyorlar. 

İlk sene bittikten sonra Athena ses getiren bir kitap anlaşması imzalıyor. Ve bu imza ikilinin arasında müthiş bir gerilim ve  kapanmayacak bir mesafe yaratıyor. İlk başta manasız bir kıskançlık gibi görünen bu durum ilerleyen sayfalarda çok değişik gözükmeye başlayacak gözünüze emin olabilirsiniz.

Bir gün Athena ile June Athena'nın evinde akşam yemeği yerken Athena boğazına takılan krep sebebi ile June'un gözleri önünde ölüyor. Ölümünden beş dakika kadar önce June'a yeni yazdığı romanın taslaklarını gösteren Athena bu dünyadan göçünce, June kulağının dibinde fısıldayan şeytanın dediklerine kayıtsız kalamıyor.

Athena'nın (!)  "Son Cephe" romanı Juniper Song ismiyle basılıyor ve büyük bir sansasyon oluyor. June ilk defa edebiyat dünyasında hak ettiği yere kavuşmanın sarhoşluğunu yaşarken diğer taraftan da sosyal medya haterları ile mücadele içinde buluyor kendini. 

Romanın ortaları tamamen bu mücadelede yaşanan olayları sürükleyici bir şekilde anlatıyor. Sayfalar nasıl akıp gidiyor anlamıyorsunuz bile. June'un iç hesaplaşmaları da çok güzel verilmiş. Duygularını siz de kendi içinizde hissedebiliyorsunuz. 

Derken bir gün "AthenaLiununHayaleti" isimli bir twitter hesabından June ait tüm gerçeği bildiği, onun hırsız olduğuna dair yazılar yayınlanıyor. Bu yetmezmiş gibi Athena'nın resmi instagram hesabı tekrar aktif olup June ile iletişime geçmeye çalışıyor. İşte bu noktada olaylar iyice pik noktasına ulaşıyor. June bu durumdan kurtulmayı mı yoksa teslim olmayı mı seçecek okuyup görmenizi isterim. 

Gerçekten June için yolun sonu mu yoksa asla pes etmeyen bir June mu var karşımızda bakalım...

Bunun yanında kitapta edebiyat dünyasının zorlukları, yayıncılar, editörler, menejerler (ajan deniyor kitapta kendilerine) arasındaki gerilimler, insanların iki yüzlülükleri çok açık şeffaf bir şekilde kaleme alınmış. Bu dünyanın içinde olan biri olsam karşılaştırma yapmaktan kendimi alamazdım. Türkiyede'de bu işler böyle mi yürüyor acaba diye merak ettim açıkçası. 

Kitapta "duyarlılık okuru" diye bir kavram öğrendim. İlk defa duyduğum çok da mantıklı bulduğum bir kavram. Acaba uygulaması bizde de mevcut mu? Pek sanmıyorum bizde bu işi de editörler yapıyordur herhalde. 

Misal Harlem'de arka sokaklarda yaşamı anlatan bir roman yazıyorsunuz. Yazdınız bitti. Basılmadan evvel, bu romanı oranın kültürüne, yaşantısına, insanlarına hakim birine okutuyorsunuz. O size eğer yanlış anlaşılacak bir cümle veya bölüm varsa uyarıda bulunuyor. Bu bölümü çıkartıp çıkartmamak elbet size kalmış ancak başınıza sorun olabilecek noktaları önden görmenizi sağlıyor bu kişiler.

Son olarak şunu söylemek isterim. Yazarımız 1996 doğumluymuş. Henüz 29 yaşında yani, çok genç. Kitabı okuduktan sonra biyografisini detaylı inceledim. Tıpkı romanda yazdığı gibi Yale mezunuymuş. Doktorasını orada tamamlamış. Gençlerin kendilerine yatırım yapıp bu kadar donanımlı olmalarını çok seviyorum. Öğretmen refleksi olabilir belki ama resmen gurur duyuyorum aferin vallahi. 
Kitabın edebi yönü hakkında yorum yapamam, yetkinliğimin dışında ama konusu itibariyle çok çekici, anlatımı çok sürükleyici. Ben beğendim yani

Yazarla ilk tanışma kitabım bu oldu diğer romanlarını da okuma listeme ekledim. 


Keyifli okumalar dilerim...

Kitaptan alıntılar:

* Yazmak, gerçek dünya canınızı fazla acıttığında, kendi dünyanızı şekillendirme gücü verir insana. (Sy:217)



 

Yorumlar